Siyaset ve Liderlik
Demokrasi ve Hukuk Gölgesinde Liderlik
Eski tanımı ile lider; kendini inandırmış ve inanmış, hedeflerini inandıklarına göre belirlemiş, yöntem ve tekniğini manipülasyon temellerine dayandırmış adamdır.
20. Yüzyılın tarihi totaliter rejimlerin zeminini hazırlamış siyasi gelişmelerin ışığında bir tarihtir. Bloklaşmalar , silah sanayisinin rekabeti, toplumların gelişmesinin hangi rejimle olacağını belirleyen, imparatorluklara son veren, “milli devlet ve milli çıkarlara” öncelik vermiştir.
Emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesini hızlandıran, evrensel değerlere yönlendiren bir yüzyılı geride bıraktık.
20. yüzyıl, Türk milleti içinde milli bağımsızlık, çağdaş ve çağına göre örnek kurumlarla üniter bir devlet kurmanın zeminini hazırlamış, tercih ve fırsatlarını vermiştir. Yüzyılın sonlarına doğru dünyada siyasetin yönünü değiştiren önemli olay, Sovyet Rusya’nın çöküşü, Varşova Paktı’nın dağılışıdır. YENİ DÜNYA DÜZENİ adı verilen sınırlar içinde kalınarak tek kutuplu dünya dünyaya geçiş olmuştur.
Almanya’da Adolf Hitler, İtalya’da Benito Mussolini Sovyetler’de marksist totaliter lider rejimleri tarihe gömülmüş; arayış ve gelişmeler toplum yönetimlerine yeni bir yol açmıştır. Sovyetlerin dağılması Çin’de liberalleşme, ABD’yi tartışmasız dünyanın tek hakimi, Türkiye’nin ABD’nin projelerinin peşine takıldığı bir “eksen kaymasına” neden olmuştur. “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” (Graham Füller) projeleri doğrultusunda iktidar değişikliğine yönlendirilmiştir.
Sovyetlerin dağılması “sağ-sol partiler” arasındaki programların farklılığını da ortaya çıkardı. Rejimleri ideolojik temellere dayandırma, yerini uluslararası ilişkilerde ağırlıklı olarak milli çıkarları öne çıkarmışken Türkiye’de MİLLİ VE ÜNİTER devlet ekseninden kopuş başlatılmıştır. ABD’nin bugün “Dünyayı yöneten bir milyon potansiyel insan gücüm var.” övgüsüne neden olan tarikat ve yöneticiliğin kitabı yeniden yazıldı. Türkiye’de bundan payına düşeni aldı. Geri kalmış, gelişmekte olan ülkeler, çok netleşmiş olmasa da (FLÜ) ABD’nin birer uydusu, BOP’un “eş başkanlık” gibi yeni bir yönetim tarzı benimsendi Türkiye için…
İktidara gelebilmenin yolları arandı, sosyal ve kültürel hassasiyetler kullanılmaya başlandı. Klasik particilik anlayışı yerini Türkiye’de olduğu gibi radikal partilerin önü açıldı. Rejime, kurumlara, sosyo kültürel değerlere adeta savaş açıldı. 2023 hedeflerine Yeni Türkiye Cumhuriyeti konuldu. Eski Türkiye “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” sloganlarını sık kullanmaya başladı. Türkiye Cumhuriyeti’nde “ilklerden” söz etmek gündelik hale geldi.
Uluslararası konjonktürel projeler, yeni tip devlet başkanlığı kimliklerini sıkça kullanma ortamını da birlikte getirdi. Genelde İslam coğrafyasında köklü değişiklikler getirirken, Suriye, Irak, Lübnan, Mısır, Libya, Yemen gibi. Türkiye’de “lider” ve ”Reis” gibi tarihin derinliklerinde kalmış kavramların sık kullanıldığı da görülmektedir.
Tehdit ve tehlikeli olanı “Biz daha demokratız.” söylemidir. Her gün ulusal televizyonlarda her şeyi bilen sözde gazeteciler, tartışmalı üniversitelerin tartışmalı akademik üyeleri, alt yazısında “siyaset bilimci” yazan fakat son 200 yıllık yakın tarihten bihaber, jeo-stratejik bilgilerden uzak stratejik merkez mensupları, olayları manipüle ederek siyasetin istediği dille konuşurken en etkili silah olan propagandayı kullanıyorlar.
İçinde yaşadığı toplumun sorunlarını manipüle ederken adeta emperyalistlerin kullandığı psikolojik-siyasi savaşın da aracıları olduklarının farkında olmayan yeni yetmeler...
Haddimi bilerek şunu söylemek isterim ki bu ülkenin siyaset duayenleri, az konuşuyor veya konuşturuluyorlar, sosyolog, psikolog, sosyal psikoloji uzmanları! Sosyal, ekonomik, kültürel çöküntünün gözle görülür olduğu bir ülkede ne zaman konuşacaksınız?
Ekonomistler ekonomiyi, hukukçular hukuku, tarihçiler tarihi tartışadursun… Bu gidiş demokrasiyi tekelleştiriyor. Bunun içindir ki aşiret reisliği özlenmiş, liderliğe isim arayışı geri kalmışlığa çare görülüyor.
Lider Arayışları
Lider, eski tanımı ile, kendini inandırmış ve inanmış, hedeflerini inandıklarına göre belirlemiş, yöntem ve tekniğini manipülasyon temellerine dayandırmış adamdır.
Liderleri iki grupta toplamak mümkündür.
Devlet kurmuş, kurduğu devleti çağdaş düşünce ve kurumlar üzerine oturtmuş demokratik liderler
Mevcut devlet kurumlarını yukarıdaki tarife uygun olarak tek adamlığa yönelik otoriter fakat totaliter rejimlere açık liderlik hevesinde olanlar
şeklinde iki grupta toplayabiliriz.
Bu yazımızda ikinci grup liderlerin kişilik analizlerini yapmaya çalıştık. Verilen örneklerde devlet şeklini, kurumlarını inandırılmış ve inanmış olmak temeli üzerine oturtan liderlik açılımı yapılmıştır.
Kartacalı politikacı ve devlet adamı Hannibal (MÖ 247-181), “En tehlikeli silah inandırılmış insandır.” diyor.
Onun içindir ki lider diye tarif ettiğiniz kişilerin kişilik analizleri çok önemlidir. Liderler kin ve nefreti, ayrıştırıcılığı, yalancılığı; mensuplarını ateşleyici, militanlaştırıcı olarak kullanan paranoyak insanlardır.
Referansı İslam olarak gösteren partilerin kimliği her zaman RADİKAL İSLAM’a açıktır. Radikal İslam’la yaşamaya “alışma” dönemi böyle başlar. (Yüksel Işık, Siyasal İslam’ın Arka Bahçesi, s.15)
Ak Parti iktidarının ilk yıllarında büyük salonlarda “İslam Gençliği Kurultayları, Müslüman Kardeşler” başlatıldı. Böylece katılanlar dikkate alındığında İhvan-ı Müslimin, DAEŞ, el-Kaide ve benzeri islami gruplar olduğu söylenebilir. Acaba hazır bulunanlar arasında daha sonra İSLAMİ TERÖRİSTLER listesinde yer alanlar olmuş mudur?
Bu aşama kendini inandırmış birisinin liderlik hevesi, “tek adamlık” yolundaki faaliyetlerinden sadece birisidir. Sürekli böyle bir iddianın sahipleri taraftarlarını tutamadığı zamanlarda manipülasyonlara başvurabilir.
Hemen söylemeliyim ki 21. yüzyılın liderlere değil, potansiyel insan gücü, liyakat, büyük ekonomi, büyük ordu gibi geçerli değerlere ihtiyacı vardır. Kökleşmiş devlet adamlığı ekolü, bürokrasisi olmayan toplumlar devletleşemiyorlar, milletleşemiyorlar.
Liderler bencildir, yalancıdır, daha ileri giderek; iktidar gücünün temeli propaganda ve büyük yalanlardır.(V.E. Büyük Yalanlar, Zeplin Kitap, 2019)
21. yüzyıl, liderler çağı değildir. Kadroları ve onların gelecek 50, 100 yıllara ait fütüroloji, gelecek bilimi, ışığında projeler üretme asrıdır.
Geçmişte liderler çok geniş propagandaların kısa süreli gücünü kullanmışlardır. Geniş bir propaganda ekibi oluştururlar. Başdanışman, danışman, danışman yardımcıları gibi maaşlı adamları vardır. Bakanları liderlerine bağlı büyük yalanlar söylemede yarışırlar.
Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması da o kadar kolaylaşır. (Joseph Goebbels, 1897-1945, Hitler'in Halkla İlişkiler ve Propaganda Bakanı )
Günümüzde bu yalanlara o kadar alıştırıldık ki her gün medya haberleri bunları bize ulaştırmakta, tekrar tekrar sunmakta yarışıyor.
Bir insana yalan olsa bile bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser ve savunur. (Joseph Goebbels, Büyük Yalanlar)
Gençliğini önce siyaset akademilerinde yetiştirirken halkı aldatma yöntem ve teknikleri öncelikle öğretilir. Faşist gençlere öğreteceğim; hakikati önce hayallere, kalplere işlerim, sonra zihinlere işlenmiş olur. (Benito Mussolini, 1883-1945)
Liderler için yazılan hikayeler vardır. Çıkar birileri “Kendi hikayemizi yazıyoruz.” derse, sahte bir kahraman yaratmanın çabası içindedir. Toplum ve devletine zarar veren her kim olursa olsun, sahte kahramanlardır. Kahramanlar tarihin akışı içinde ortaya çıkarlar. Çakma kahraman ve lider yaratma çabaları çağdışı bir anlayıştır, siyasi sapkınlıktır. “Kendi hayatımı bir başyapıt yapmak istiyorum.” (B. Mussolini)
Liderler kavgacı, ayrıştırıcı, dövüşçülüğü hep gündemde tutarlar. “Biz bize katılmayanlarla tartışmıyoruz, onları yok ediyoruz.” (B. Mussolini)
Konuşmalarında “Milletim!” söylemini sıkça kullanırlar, ancak milletin kimlik adını söylemezler. İnançlarının gereği olan kendine inanmış taraftarlarını millet tanımına alırlar. “Biz kendi milletimizi yarattık. Mit bir inançtır, bir tutkudur. Gerçeklik olmasına gerek yok.” (B.Mussolini)
“Biz daha demokratız, özgürlükçüyüz, kişi hak ve hürriyetlerine saygılıyız.” derler. Bu sayede inandıkları doğrultuda toplumu siyasallaştırırlar. Hedefleri ise insanı fakirleştirerek “Sadaka kültürümüzde var, bir kase çorba, bir dilim ekmek için şükredin.” edebiyatıyla, “Millet iradesiyle geldik!” söylemlerinin arkasında bir KİMLİKSİZLEŞTİRME vardır. Özgürlükleri tartışma yetkisini kendilerinde bulurlar. “Özgürlük bir görevdir, hak değil. Mutlak özgürlük diye bir şey yoktur.” (B. Mussolini)
Liderlik yönetimlerinde bireyle devlet uyumlu, parti devlet ve devlet parti çıkarları için çok rahat kullanılır. Devleti temsil eden vali benim valim olur. Güvenlik güçlerine inandığı doğrultuda hedef belirler. “Güvenlik güçleri emniyet ve asayişi sağlamakta zorlanıyor.” derken alternatif güçler kadrolaştırılır. Bundan sonra sıra iktidarda kalabilmeye çare olacak açık ve gizli yollara başvurulur. “Kendi payıma 50 bin silahı 50 bin oya tercih ederim.” (B. Mussolini) 15 Temmuz “hain hareketi”nde on binlerce silahın akıbeti belli değildir.
Her zaman için gündeme bağlı şövalye anlayışı ile düşman yaratmayı çok iyi bilirler.
Sanki ülkeyi muhalefet yönetiyor ve sorunların tek sorumlusu MUHALEFETTİR. Daha önemlisi iç siyasette hiç rastlanılmayan sorumsuz muhalefet de o rotaya girer. Bu defa muhalefet, muhalefete muhalefet eder.
“Düşmanınıza odaklanmaktan geri durmayın. Ortadaki sorunların tümünü tekbir odağa yönlendirin. Basını hükümetin kullanabildiği dev bir klavye olarak düşünün. Bana vicdansız bir medya verin, size bilinçsiz bir halk sunayım.” (J.Goebbels)
Propagandanın hareket noktasında en aşırı biçimde “kin, nefret ve hakaret” vardır. Tarihin ders verdiği bütün liderler bundan nasibini almıştır; yeni türedi liderler de böyle bir akıbetin adayı olabilirler. “Asla kabahat ve suç üstlenmeyin, sadece bir rakibinize odaklanın ve kötü giden her şeyin suçunu onun üzerine yıkın.”(J.Goebbels)
Devlet kurumlarının üzerine en acımasız şekilde giderler eğitim, ekonomi, hukuk en büyük yarayı alır. Hukuk ve yargı sistemini başından itibaren tarafgir göste(!) itiraz eder. Bütün kurumlar kendinin olunca lider ve kadrosunun itirazları biter. “Hukuk ve yargı sisteminin devletin efendisi olmasına izin vermeyin. Her zaman etrafınızda bir yalaka ordusu bulundurun.”(J.Goebbels)
Her zaman için halkı heyecanlandırıcı ve tetikleyici konuşmalar yaparlar; seçmenini kontrol etmeye çalışırlar. Kontrolü kaybettikleri anlar olur, kin ve nefret kusmaya başlarlar.
“Halkı her zaman asla soğumasına ve düşünmesine izin vermeyin. İlk sözü kim ne kadar güçlü ve bağırarak söylerse o kazanır.”(J.Goebbels)
Türkiye Liderliği
Liderlik bir arayış değil, sorunlarını çözemeyen toplumların çıkış sapkınlığıdır. Sivilleşmeyen toplumlar sorunlarını çözemezken, BİLGİ TOPLUMU da olamazlar. Sonuçta bilişim toplumu aşamasına da geçemezler.
Türkiye’de liderliğin iki alt yapısı vardır. Birincisi Yeni Osmanlıcılık, BOP’un peşine takılmış, ARAP BAHARI’ndan istikrarsız bir ortadoğu çıkmazı, yetmiyormuş gibi Libya ve Doğu Akdeniz’de Mısır, İsrail, Yunan anlaşmazlıkları. İçte terör, yönetim, ayrıştırıcılık sorunu olan bir ülkenin dışta çok başarılı bir siyaset izlemesi mümkün değildir. Diplomasi düşmanı azaltma ve müttefikleri çoğaltma sanatıdır. İkincisi, Siyasal İslamcılık. Lider denilen kimse başı sıkıştığında iç politikaya da yansıyan politik esasları buna göre şekillendirmiştir.
Türkiye’de EKSEN KAYMASI ile birlikte üç misak-ı milli adeta yok olma noktasına gelmiştir. Misak-ı Milli sadece sınırları belirlememiştir. Üç milli ve bağımsız kuruluşu da hedefine koymuştur. Milli eğitim, milli savunma, milli ekonomi. Milli eğitim sistemsizleşmiş, amaç ve hedefi yok olmuş, cehaleti bile ortadan kaldıracak gücü kalmamıştır. Milli savunmanın yeni bir ordu anlayışı ile,Türk ordusunun oturmuş tarihi gelenekleri yok edilmiytir. Milli ekonomide “sadaka kültürü” ile birlikte hızla borçlanan ve fakirleşen bir toplum yaratıldı. Böylece yurttaşlık bilinci, düşünen toplum yapısı yok edildi. Yerine; inandığını zanneden, bilinçsiz, sözde dinden uzaklaşan bir kitleye dönüştürüldü.
Bağımsızlığı ve emperyalizmle mücadeleyi açıkça göstermeyen liderlik olsa olsa kravatlı Damat Ferit olmaktır. Türkiye’de gerçekten EKSEN KAYMASI
vardır. Tarikat ve siyasi taraftarların iş başına getirilmesi, nepotizm, liyakat ve adaletten uzak bir yönetim hastalığıdır. İhalelerin devlettekilerin yakınlarına verilmesi, klientalizm, şımarmış bir zengin sınıfının yaratılmasıdır. “Bir ülkeyi helak etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşlarına (iyilikler emrederiz); buna rağmen onlar kötülükler işlerler. Böylece o ülke, helake müstehak olur; biz de orayı darmadağın ederiz.”(TDV, Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, İsra suresi 16. Ayet, s.282)
Devlette böyle bir gidişatın başında bulunan BİR TOPLUM LİDERİ olamaz.
Başbakan AK Parti genel merkezinde gençlik kollarınca düzenlenen “Avrupa’nın Gençleri İstanbul’da Buluşuyor” toplantısında Avrupalılığı şöyle tarif etti: “Bana göre Avrupalı olmak, insanlığa ufuklar açmak, dünyaya, hayata, barışa katkı sağlayacak yeni fikirler üretmek demek.” (11.02.2007) Avrupa yerinde duruyor, Batı medeniyeti evrenselliğini koruyor. BİZ BUNUN NERESİNDEYİZ?
Ahmet Hakan “Mırıldandığım Öyküler” adlı köşe yazısında; AK Parti’nin ,şimdi Polonya büyükelçisi, “Danışman” diye bilinen isimlerinden Egemen Bağış, Amerika'da Fethullah Gülen tarafından düzenlenen bir vakfın ödül törenine katılmış, törende yaptığı konuşmada Erdoğan’dan “My boss” , “Patronum” diye söz etmiştir; Gülen yanlısı bu vakıf, Medeniyetler İttifakı taraftarı… Belgesi İspanya Başbakanı adına bir Katolik papaz tarafından verilmiştir. (Hürriyet, 15 Mart 2002)
11 Şubat 2007’de Adana milletvekili Abdullah Çalışkan AKP Adana Gençlik Kolları 2. Dayanışma Meclisi’nde turuncu, AKP rengidir, atkı takan partili gençlere “Yeşil devrimden yanayım. Devrimlerin rengi ya yeşildir ya da kırmızıdır.” demiştir.
Türkiye’de bu bakışla ilgili patron-devrimci profili ortaya çıkıyor. Aradan geçen zaman içerisinde Patron var, çıkmaza girmiş bir devrim var. Dünyada yeşil devrim ile gelişmiş bir ülke yok. Geri kalmışlık kaderi olmuş 45 civarında İslam ülkesi var.
Lider, şef, führer gibi ünvan sahiplerinin hepsi sandık demokrasisi ile seçilirler. 2002 seçimlerinde mükerrer oy kullanıldığı ortaya çıktı.(Güneş, 11.05.2007) 2002 seçimlerinde 41 milyon 465 bin kayıtlı seçmen vardı. 2007 seçimlerinde aradan 5 yıl geçmesine rağmen 60 bin seçmen artış olmuştur. Türkiye’de bu seçimler bugüne göre düzenlenmiştir.
Lider peşinde koşanlardan birisi “Hiçbir şey olmamış olsa bile mutlaka bir şey olmuştur.” demiştir. Düşünülmesi gereken de budur.
SONUÇ
İktidarlar ideolojik güçlerini I.Dünya Savaşı’nda gazete ve dergi, II.Dünya Savaşı’nda sinema, radyo, afişleri; Soğuk Savaş döneminde kendi söylemlerini kitlelere kabul ettirmede propaganda amaçlı kullanmıştır.
Propaganda, insanların duygularını, düşüncelerini, hareket ve tutumlarını; kısaca ZİHİNSEL FAALİYETLERİNİ bir konu üzerinde şekillendirmeye çalışır. İnsanların beyinlerini tembelleştirerek her istediğnizi yapabilirsiniz. “Yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkacaktır; olmazsa yalana devam edin.”(J.Goebbels)
Türkiye son yıllarda iç politikada bu yolla kullanılan bir ülke haline gelmiştir.
İnsanımız 125 kelime ile konuşuyor; 500 kelimelik düşünüyor. Günde 11 saniye okuyor. OKUMAYAN DÜŞÜNEMEZ, DÜŞÜNEMEYEN KONUŞAMAZ. Beyne, zihinsel faaliyetlere müdahale, üstelik YALANLA düşünen toplumlarda BEYİN KİRALAMASI kolaydır. Başkasına göre düşünen BAŞKALAŞIR, kendi olmaktan çıkar.
Lider şifresi hala çözümlenememiştir. Makyavel, Prens-Hükümdar isimli eserinde “hırsız, yolsuz, kimliksiz insanların da YÖNETİCİ olabileceğine” işaret ediyor.
Lider hayatta iken değil, kendisinden sonra konuşulandır. Ancak kendisini liderleştirmiş olanlar tarihte iyi iz bırakmamışlardır. Atatürk’ün konuşulma tarzı ile Benito Mussolini’nin, Adolf Hitler’in konuşulma tarzı aynı değildir. Lider sadece ufku değil ufkun ötesini de görendir. Yarınını göremeyenden LİDER OLAMAZ. Toplumun geleceği ile ilgili güzel, gerçekçi işler yapamayandan ne lider, ne reis olur.
Liderler akıllı, BİLGE, en büyük ve yakın danışmanı tarih olandır; BİLGE İNSANLARDAN ve TARİHTEN BESLENİRLER. Tehlike, kriz, kaos üretenden lider olmaz.
Toplumsal teminatlarımız olan Laik-kışladan şeriat-cami arasındaki kavga, cemaat, ticaret ve siyaset ortaklığına taşındı. İktidar kendi krizinin de sahibi oldu. Krizler yönetilemediği gibi içte ve dışta yeni krizlerle baş başa bırakıldı. Eksikliğine rağmen demokratikleşme çabaları olan bir ülkeden milletleşememiş, devletleşememiş alt kültürleri müslümanlık adına dayatan, tek elden yönetilme tehlikesi ile karşı karşıya kalan bir ülke haline getirildik.
Siyasetin aktörleri DEMOKRASİ ile kavgalıdır. O yapılanma Totalitarizmin yolunu açar. 20. yüzyılda dünya iki dünya savaşı, Hitler ve Mussolini, Almanya ve İtalya’nın yöneticileri ile bunu yaşadı. Tek adamlık ve benzeri yönetimler 21. yüzyılda daha çok büyük güçler ve Emperyalizm’in işine gelir. Bu siyasi fantezilerden vazgeçmeden iç ve dış sorunlarınızı çözmede zorlanırsınız. Son yıllarda kendisinin ortaya koyduğu siyaset fantazileri ile Türkiye, hiçbir sorunun üstesinden gelemiyor. Görünen bizi ilgilendiren dış sorunlar “uluslararası siyaset platformuna” taşındığında çözümlenmesi de zorlaşıyor.
Yıllardır bu ülkenin zenginliklerini, enerjisini, birikimlerini tüketerek gelinen noktada SİYASİ İSLAM’ın ülke yönetiminde muktedir olma şansı da kalmamıştır.
Uluslararası proje ve vaatlerle iktidarlar devri gerilerde kalmış olmalıydı. HAYIR DİYEBİLEN bir Türkiye şansı kaybolmuştur. Kapalı rejimlere geçmiş ülkeler siyasetle KİŞİLEŞTİRME, tekelleşmenin yolunu açar.
Zira sapanla saptıran ortaklıklar; birisi öbürünü saptırmış, öbürü de onun saptırmasına boyun eğmiştir. Öyleyse günahı ikisi beraberce yükleneceklerdir. (Nahl suresi 16.ayet, s.268)
Aldatan ve aldanan aynıdır. Çağın değerlerine dönme ve ulaşma çabamız olmadıkça, savrulan ülke yönünü arayan devlet, ekseni kaymış bir düzenin temsilcisi olmaktan kendinizi kurtaramazsınız.
Türkiye “Türk devlet geleneğine” uygun yönetilseydi; ne türban sorun olurdu; ne de Arap aşiretlerinde olduğu gibi Reis’e ihtiyaç duyardınız. Ne kimlik ve milliyet sorunu olan insanlardan LİDER çıkarma ihtiyacı duyardınız… Ne de 15 Temmuz hain darbesini yaşamazdınız.
Hopkins Üniversitesi'nin 20 Kasım 2008 tarihli 2023 RAPORU. Türkiye’de İslami muhafazakarlık kazanacak sosyal hayatta İslami muhafazakarlık baskısı olacak. Atatürk’ün hedeflediği Türkiye yerine; şeriatla yönetile(mey)n İslami muhafazakarlık gerçekleşecektir.
Bu düşüncelerle yola çıkan iktidarlar, emperyalistlerin politikalarının aracı olarak, BORÇLANDIRIM, FAKİRLEŞTİRME, AYRIŞTIRMAYI iç politikada sonuç olarak ortaya koyarlar.
Comments
Post a Comment