NEDEN EKSİK?
Türkiye Cumhuriyeti Türk devlet geleneğine ve Türk milletinin maddi ve manevi değerlerinin şuuruyla kurulmuştur. Avrupa’nın yüz elli yılda gerçekleştirdiği hukuk, sağlık, ekonomi, eğitim alanındaki gelişimi on beş yılda başarmıştır.
1923 yılında bir sterlin 763 kuruşa, 1938 yılında ise 616 kuruşa denk düşmektedir.
Bu süreçte toplum sağlığıyla ilgili inkılaplar da hayatımızla bütünleşmiştir. 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde “Türk temiz ve güneşli havayı sever.”, denilmek suretiyle sağlıklı olmanın ekonomik hayat bakımından önemine de değinilmiştir.
Cumhuriyet’in ilk on yılındaki kurumsallaşma ve teşkilatlanma hızına son on yılda ulaşılamamıştır. Millileşme, eğitim, ekonomi ve sağlık yönünden insanı yüceltme felsefesi ve uygulamasında geri kalınmıştır.
Üreten Türkiye o dönemde yaşanmış ABD kaynaklı bankacılık ve inşaat sektöründeki ekonomik bunalımdan sıyrılmıştır. Yeni Türk devletinin savaşlar sonrası altyapısı henüz sağlanmışken ilk kurumsallaşma adımlarından birisi de sağlık politikaları olmuştur.
“Sağlık ve sosyal yardım konusunda izlediğimiz amaç şudur:
Ulusumuzun sağlığının korunması ve kuvvetlendirilmesi, ölüm oranının azaltılması, nüfusun artırılması, sosyal ve bulaşıcı hastalıkların etkisiz hale getirilmesi, bu suretle millet fertlerinin dinç ve çalışmaya yetenekli bir halde sağlığına kavuşturulması. ”
Gazi Mustafa Kemal 1 Mart 1922
Günümüze baktığımızda Atatürk’ün sağlık alanında yaptığı inkılaplar ve birikimin 100. yılında fedakar sağlık personeli sayesinde pandemi ile mücadele edecek durumda olduğunu ispatlamıştır. Aralık 2019’da Çin’in Vung şehrinde baş gösteren Covid-19 ülkelerin sağlık politikalarını test etme bakımından ibret verici olarak ortaya çıkmıştır. Türkiye sağlık politikası yönünden yetersiz kalmış, buna karşılık Cumhuriyetin yetiştirdiği ne kadar takdir etsek, övünsek eksik kalacak sağlık kadrolarının özverili ve bilinçli çalışmaları sayesinde pandemiyi kontrol edebilme noktasına gelmiştir.
Milli sağlık politikamızın durumu Korona salgını nedeniyle testten geçirilmiş, böyle bir döneme eğitim, ekonomi ve sağlık politikalarıyla hazırlıklı olmadığımız görülmüştür.
Milli mücadele günlerinde tifo, tifüs, kolera, trahom, verem-tüberküloz, sıtma, çiçek, frengi çok yaygındı. 2 Mayıs 1920’de Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı kuruldu. Daha düzenli orduların kurulmasından önce sağlık politikaları şekillenmeye başladı. Cumhuriyet’in ilanı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası alanda kabullenilmiş “devlet kimliği” toptan yenileşme ve çağdaşlaşma yolunu da açmıştı. Daha geniş tedbirler alınması için sağlık kuruluşlarının nitelikli sayıya ulaştırılmasıyla ilgili çalışmalar başlatılmıştır.
27 Mayıs 1928’de 1267 sayılı yasa ile Türkiye’nin ilk ve tek “halk sağlığı laboratuvarı” olan Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü açıldı. Bu enstitünün amacı hızla yayılan hastalıklarla mücadele etmekti. Enstitü 1931’de ağız yoluyla uygulanan ve çağın hastalığı olan BCG aşısı çalışmalarını başlatmış, 1932’de serum üretimini de başararak ülke ihtiyacını karşılamış; aşı ithalatı durdurulmuştur.
1933 Semple metodu ile kuduz aşısı üretimi yapılmış, 1934’te İstanbul aşı hanesi enstitü bünyesine alınmıştır. Bu sayede çiçek aşısı üretilerek ihtiyacın tamamen karşılandığı görülmektedir. 1934’te enstitü bünyesinde farmakoloji şubesi oluşturularak yerli ve yabancı ilaçlar ile diğer hayati ilaçların kontrolüne geçildi. 1936’da Hıfzıssıhha okulu açıldı. 1937’de kuduz serumu üretilmesine geçildi. Aşı Serum Şube Müdürlüğü, difteri, tetanos, boğmaca gibi tedavi serumlarının üretildiği bölümdü. Sağlık alanındaki reformlar ile sıtmaya karşı devlet mamülü kinin ilacı bütün Türkiye’ye ücretsiz dağıtıldı.
Bütün bunlarla birlikte sağlık alanında çalışmalar yaygınlaştırıldı. 1922-1938 arasında 49 yasa ve 2 kararname çıkarıldı, 12 tüzük 21 yönetmelik yayımlandı. 13 Mart 1924’te kabul edilen Köy Kanunu’na ek olarak “köy sağlık korucusu” bulundurmak zorunlu hale getirildi.
Enstitünün başına Milli Mücadeleye katılmış Dr. Adnan Adıvar, Dr. Refik Saydam, Dr. Rıza Nur, tekrar Refik Saydam, Dr. Mazhar Germen gibi mesleği doktorluk olan uzman şahsiyetler getirilmiştir.
Kurumun yetki ve sorumlulukları ihtiyaçlar karşısında değiştirilerek 4 Ocak 1941’de yeniden belirlenmiştir. İsmi 14 Aralık 1983 tarihinde “Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı” olarak değiştirildi.
REFİK SAYDAM HIFZISSIHHA ENSTİTÜSÜNÜN DİĞER BAŞARILI ÇALIŞMALARI
1942 yılında tifüs aşısı ve akrep serumu üretilmiştir. 1948 yılından itibaren boğmaca aşısı üretilmiş, influenza virüsü, Newcastle virüsü, tavuk vebası üzerine araştırmalar başlatılmıştır. 1958’de frenginin modern yöntemlerle teşhisi, 1965 kuru çiçek aşısının üretimi, 1970 fibrinojen, albumin, ve gamma globulin üretimi, 1987 AİDS Araştırma ve Doğrulama Merkezi’nin açılması, 1992 kan ürünlerinin viral inaktivasyonu enstitünün hizmetleridir.
Binası, Türkiye Cumhuriyeti’nin mimarlık tarihinde büyük öneme sahip bir taş yapı örneğidir. Theodor Jost tarafından tasarlanmıştır.
Enstitüyle paralel olarak Ankara, İstanbul, Sivas, Erzurum, Diyarbakır numune hastaneleri enstitünün uygulama ve staj alanlarındandır. Bugüne kadar Türkiye’de devlet ve özel sektör hastanelerindeki on binlerce sağlık, uzmanlık alanında çalışanların staj yeri olmuştur.
1920-1921 yıllarında Fransa, İngiltere ve ABD’ye çiçek aşısı, 1940 yılında Çin’e kolera, II. Dünya Savaşı sırasında çok sayıda ülkeye tifüs aşısı ihraç eden bu kurumun eksikliğini hissediyoruz. Kurum, büyük bir düşüncenin, ufuk ötesini gören bir dehanın eseridir.
HIFZISSIHHA ENSTİTÜSÜ NEDEN KAPATILDI?
Edirne’de 1700’lü yıllarda çiçek aşısının bulunmasından 19. yüzyılda Tıbbiye Mektebi, 1881’de “memleket tabibi” adıyla hekimler atanması, 1839 Karantina Örgütü sayesinde büyük tecrübe sahibi olunmuştur. 1880 yılında salgın hastalıklara karşı İstanbul’da bakteriyoloji kurumlarının kuruluşu sağlık alanındaki çalışmalara çok iyi örneklerdir.
Türkiye’de İngiliz büyükelçisi Montagu’nun eşi Lady Mary Montagu’nun “İstanbul’da çiçek hastalığına karşı aşı denilen bir şey yapıldığıyla” ilgili sözleri engin ve zengin bir farmakolojik tecrübemizin olduğuna kanıttır.
1990 yılıydı. Enstitünün başında merhum Prof. Dr. İ. Hakkı Gökhun bulunuyordu. Turgut Özal’ın liberal politikaları ve serumun ithalat yoluyla daha ucuza mal edilebileceği gerekçe gösterilerek Gökhun hoca’ya kamu kaynaklarının kötüye kullanımı suçlamasıyla davalar açılmıştı. Bugün de bu mazerete sığınılmaktadır.
Enstitünün aşı üretimi 2004 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla durduruldu. Kurumun tamamı 2 Kasım 2011’de Resmi Gazete’de yayımlanan 663 sayılı kararname ile kapatıldı.
82 yaşındaki emekli doktor Yaşar Aksoy diyor ki, “Elli yıl Amerika’da doktorluk yaptım. Bu enstitünün niçin kapatıldığını öğrenmek istiyorum. Orada çalışan bilim insanları ne oldu? Böyle bir koruyucu sağlık kurumu nasıl kapatılır? ”.
Bu kapanıştan sonra Türkiye, ABD ve Avrupa Birliği projelerine yöneldi. Graham Füller’in “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” isimli kitabında yer alan “Atatürk’ün ve eseri olan Cumhuriyet’in yerine 2023 hedefleri gösterilerek 100. yılında yeni bir devlet kurmak.” fikri ortaya çıktı.
2008 Ağustos ayında Sağlık Bakanı Recep Akdağ, ilerleme raporuyla “sağlıkta dönüşüm raporu” sebebiyle her kurumuyla dönüştürülen Türkiye’de bugün eksikliğini şiddetle hissettiğimiz bir enstitü tarih oldu. Hatta emperyalizmin istediği dönüşüm projeleriyle sağlıkta olduğu gibi eğitim, hukuk, ekonomide ağırlığı her gün artan çöküş “Yeni Kuruluş Anayasası” gibi söylemlerle sürüklenişimizin arşivlik belgeleridir.
SONUÇ
Enstitünün kapatılışı, “dönüşüm projeleri”, devlete ait kurumları ve bürokrasiyi çökertme projeleridir. Enstitünün kapatılışı ne ilk ne de sondur. Bu uygulamalar devlet kültüründen yoksunluğun, liyakatin çökertilmesi anlamına da gelir.
Potansiyel insan gücümüzden, aydınlardan meydana gelmeyen bilgisizlik, yetersizlik, kurum inancını da yok eder. Dönüşümler yakın hedef olarak zengin tecrübe yerine inandırılmışlığı, uzak hedef olarak bürokrasiyi görür.Devletin bütün kadrolarını FETÖ gibi hainliğin emrine verenler tekrar tekrar düşünsün. Fikri kaynak ve tecrübeden yoksun dönüşüm huyundan vazgeçsin. Ülkemizde eğitim başta olmak üzere hukuk, ekonomi, sosyal hayatın kötü sonuçlarının belirginleştiği bir ülkede yaşar olduğumuz unutulmasın.
Reform ve dönüşümlerle nereye geldiğimiz bellidir. Özgürlük, demokrasi, insan hakları, salgınlar bize ilim, akıl, düşünce dünyamızda ortak değerleri yüceltmenin önemini ortaya koymuştur.
9-12. yüzyıllar arası Türkistan Türk-İslam medeniyetinin coğrafyasıdır. İbn-i Sina bin yıl önce bakın ne diyor:
“ Salgın hastalıklar için buyruktur:
Ellerini onat yu---------> Ellerini iyice yıka-----> TEMİZLİK
Galebeliğe girme------> Kalabalığa girme----->MESAFE
Selami uzaktan vir----> Selamı uzaktan ver
Eyu yi eyu iç------------> İyi ye iyi iç
Hasta isen yatıvir------> Hasta isen yatıver
Taşra çıkma yüzin ört-> Dışarı çıkma yüzünü ört→ MASKE
6-12. yüzyıllar, 16. yüzyıl Türk asrı olmuştur. Türk kültüründen gelmeyenler tehlikeli birer silah haline gelmiş insanlardır, 21. yüzyılın Türk asrı olması için de bir zorlukturlar.
1958 yılından başlayarak ilkokul, ortaokul ve lise öğrenciliğimizde olduğumuz aşılar bu enstitünün ürünleriymiş… Halk sağlığı koruyucu hekimlik gibi sağlıklı toplum çabaları sayesinde devam ettirilmiştir.
1984-89 arasında Belediye başkanlığım yıllarında “Yeşilhisar içmeceleri” şifalı suyunu ve içme suyu analizleri için gittiğim bu taş bina bana hep güven vermiştir.
Aşı üretimini bir merkezden yönetme güçlüğü yaşadığımız bu yıllarda Cumhuriyet’in aklın, ilmin ışığında meydana getirdiği temel kurumlarla derdiniz ne?.. Dönüşüm yok etme projeleriyle ne sonuçlar aldığımız ortada iken, yerine yenilerini devlet olarak ortaya koyamamışken işe yaramaz alışkanlıklardan vazgeçmek zamanıdır.
Comments
Post a Comment