Ayasofya ve Siyaset

 

Ayasofya ve Siyaset


Türkiye’nin son yılları bana mütareke yıllarını (1918-1922) hatırlatıyor. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar milli, bağımsız, çağdaş bir Türk devleti düşüncesinden hareket etmişler, hedeflerine ulaşmışlardır. 


Bugün cumhuriyetin kuruluş felsefesi örseleniyor, ayaklar altına alınıyor, caka satma zeminine çekiliyor. Devleti temsil edenler, kurumların başında bulunanlar, devlet için olmazsa olmazları; Anayasa’nın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez ilk hükümleri ile sorumsuzca oynuyor, dalga geçiyor,önemsizmiş derecesine indiriyorlar. Dedelerinin, babalarının bölgeci, mandacı, Filistinvari devlet fikrinin, 21. yüzyılın ilk çeğreğinde  oğulları ve torunları tarafından her fırsatta düşmanca sergilenmesi tesbiti de çok önemlidir. 


Lozan antlaşmasının 97. yıl dönümünde başaranları yok sayarcasına tavır koymaları da tesadüfi değildir. Ayasofya’nın açılışı ve kılınan ilk cuma namazı hutbesi cumhuriyet, demokrasi, inanç çeşitliliği Düşünülmeden İslamcılık adına “LAİKLİĞİN CENAZE NAMAZI” şovuna dönüştürülmüştür.


Müslümanlığı itibarlı hale getirmiş, itibarını korumuş laiklik yok edilince, saltanat ve hilafet çığlıkları güvenlik güçlerinin gözleri önünde eyleme dönüşmüştür. Her milli ve dini değeri yok eden ancak yerine en değerlisini,güzelini koyamayan bir düşünce ile karşı karşıyayız. Bu, kurulu düzenle, kendisiyle hesaplaşmanın bir yönüdür.


Aslına bakılırsa bütün bunlar Türkiye’yi Ortadoğululaştırmaktır.  Ak Parti, iktidarının ilk yıllarında yurt dışında yaşayan Osmanlı hanedanı mensuplarını Antalya’da bir araya getirdi. Bir haftalık ağırlamaların son gününde en yaşlı üye olan merhum Ertuğrul Osmanoğlu, Türkiye’nin dışarıdan nasıl göründüğü sorusuna; “Eğer Atatürk olmasaydı, bir Ortadoğu ülkesi olurdunuz.” cevabını vermişti. Hem televizyon muhabirleri hem de haberciler arasında soğuk duş etkisi yapmış bir cevaptı bu. 


Dikkate alındığında iktidar sürekli alt kültürleri üst kültürün önüne geçirmekle bir kültür devrimcisi olduğunu gösteriyor. Üst kültür devlet kültürüdür, alt kültür zümre ve sınıf kültürüdür. Alt kültürler milli birlik ve milli kültürün tehditleridir.


Yönünü Arayan Türkiye 


2023 hedefleri yeni bir Türkiye coğrafyası ve yeni bir devlet şeklidir. Cumhuriyet ve demokrasi değerlerinin yerine saltanat ve hilafet söylemlerini sık sık tekrarlamak yeni bir devlet kültürünün inşasıdır. 


Demokrasi, değerleri yönünden insanlığın en son geldiği yerdir. Krallıkların, hanedanların, totaliter rejimlerin son bulduğu değişimin adıdır. Yeni tercihler insanı ve değerlerini yükseltmek, ileri götürmek olması gere- kirken vatandaşlıktan tebeaya dönüştürülmek istenen bir Türkiye ile karşı karşıyayız. Buna son yıllarda sürü kültürü denilmektedir. 


“Türkiye’nin başkanlık rejimi yeni anayasa, ekonominin hararetiyle uğraştığı dönemde yaşananlar, zamanımızı ve enerjimizi asıl sorunlarımıza yöneltemediğimizi gösteriyor.” (Barış Doster, Yönünü Arayan Türkiye, s.15)


Türkiye, bugün için önceliklerini belirleyememiş bir ülkedir. Sadece konjonktürel projeler peşinden giden, fırsat buldukça da iç politikada hamasi

kriz ve tartışmalara açık çıkışlar yapan bir konumdadır. Bu tür çıkışlar seçmenini konsolide etme  yöntemidir. Ayasofya’nın gündeme getirilişi de böyle bir çıkış yoludur. İktidar dış politikalarındaki  yanlış ve yanılgılarını dini söylem ve çıkışlarıyla içte güçlü görünmek adına gizlemeye çalışıyor. 


“Bu gidiş bir rejim değişikliği çabasıyken sınırları da değiştirir.” (Barış Doster, s.24)


Her hamasi çıkış, her rejimle kavgalı görüntü; Atatürk, cumhuriyet, demokrasi, laiklik duvarına çarpıyor, her çarpışta hırçın, kin ve nefret dolu fırsatlar kollanıyor. Ayasofya’yı camiye çevirme senaryosu da bunlardan biridir.


Yönünü arayan Türkiye’de saltanatı gerçekleştirdik. Sıra hilafete geldi. 


Atatürk Dönemi Siyaset ve Ayasofya

“1932-1935 yılları arasında Türkiye ve özellikle de Avrupa’da ortaya çıkan siyasi gelişmeler, yeni siyasi tercihleri de gündeme getirmiştir.” (ord. prof . H.V. Velidedeoğlu, Atatürk’ün Örgütleşme Gücü)


1932 yılı milletlerin hiç olmazsa “barışı koruma” fikrinde samimi olarak birleştiği, bütün milletlerin birlikte çalışma yollarının aradığı, Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne  girdiği yıldır. Türkiye dünya barışına samimi katkıda bulunmuştur. 1933 yılı Almanya ve İtalya tehditleri karşısında Balkanlar’da barış ve huzur arayışına girilme nedeni oldu. 1934 Balkan antantı; 


“Balkan devletlerinin birbirlerinin varlıklarına özel saygı beslemesini göz önünde tutan mutlu bir belgedir. Bunun tehditler karşısında, sınırların korunmasında gerçek bir değeri olduğu besbellidir.” (Atatürk’ün Milli Dış Politikası, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1981)


Aynı yıllar tehditler karşısında boğazlar sorununun gündeme geldiği ve Montrö sözleşmesi ile, 20 Temmuz 1936, çözümlendiği yıllardır. Ayasofya’nın müze haline getirildiği yıllarda Atatürk’ün İtalya devlet başkanı Bennito Mussolini’nin toprak talebine verdiği cevap çok sade ve açıktır; ”Ayağıma çizmelerimi giymeme beni mecbur etmesin.”

Suudiler hazreti Muhammed’in (sav) mezarını, Ravza-i Mutahhara’yı  yok etmeye kalktıklarında; “O mukaddes insanın mezarına dokunursanız ordum körfeze iner.” demesi, en ciddi olayların nasıl çözümlendiğini göstermektedir.

Bu örnekler Atatürk’ün milli ve dini değerler konusundaki hassasiyetini açıkça ortaya koymaktadır. Atatürk’ün Ayasofya’yı müze yapması kararnamesini, 1934, korkuya ve ihanete taşımak isteyen dalalet ve yandaşlık sahipleri, terör örgütünün bölgesindeki Süleyman Şah türbesini kaçırırcasına taşıyanlar, tarih karşısında ne duruma düşmüşlerdir? Caber kalesi Türk toprağıdır ve yerinde korunmalıydı.

Atatürk mazlum milletlere örnek olmuş, ona İslam’ın son savaşçısı adı takılmıştır. Bugün İslam’ı ve coğrafyasını kan,gözyaşı, tecavüz ve çözümsüzlüğe taşıyanlar kendilerini nereye koymaktadırlar? Anlam yüklenerek zavallılığı ve acizliği lider ve reislik gibi göstermek isteyenlerin bilgisizliği ve gafleti de ortadadır.

“Mustafa Kemal’in parlattığı uzun yıllar susmuş ve paslanmış İslam kılıcını saltanat sahiplerinin haddini aşan tarzda İslamcılık adına kullanmaları utanç vericidir.” (Refik Baydur,Politika Dehası Atatürk,s.234-235)

Mustafa Kemal’e 18 Temmuz 1922 Karaçi İslam toplantısında kutlama yapılmıştır. Yine Güney Asya müslümanlarının bir toplantısında Mustafa Kemal’e Seyf’ül İslam, İslam’ın Kılıcı, unvanı verilmiştir. O müslümanlara benzemeyen devlet imkanlarını hoyratça kullanan bu zavallılara ne demeli? 


“Çalım satmak, insanlara gösteriş yapmak ve (insanları) Allah’ın yolundan alıkoymak için yurtlarından çıkanlar gibi olmayın! Allah onların yaptıkların çepeçevre kuşatmıştır.” (Diyanet İşleri Başkanlığı,Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali,cüz 10, sure 8, s.182) 


Bunun gibi onlarca ayet bugünkü yöneticiler için nazil olmuştur. 


Yandaş, kendinden menkul bazı tarihçilerin dış güçlerin etkisinde kalınarak Ayasofya’nın cami olması engellendi diyenlerin yanında Hindistan müslümanlarının baskısı ile kilise olması engellendi diyenler sözde Ayasofya’nın müze solmasını sağladılar demek istiyorlar. 


Atatürk,dış politikada hayalci değildir. Dünyaya korku ve güvensizlik izlenimi verecek davranışlardan kaçınması, akılcılığın göstergesidir. Diplomaside “Rebus sic stantibus”, şartlar değişmiştir, kuralı vardır. Zaman ve şartların değişmesinde kusursuz bir mantık silsilesi içinde çözüm bulmuş ve uygulamıştır. Hak ve barış ilkelerine bencillik katmamıştır. 

Bugünün politikacıları çok defa “yanıldık”, “aldandık” gibi acındırıcı bahaneler vasıtasıyla önemli olayları geçiştirmektedirler. Halbuki devlet adamı ve siyaset adamlarının aldanma zafiyetleri olamaz, varsa “devlet adamı” olamazlar.


“Şurası iyi bilinmelidir ki, Atatürk metodolojisinin yanılma payı yok denecek kadar azdır.” (Celal Bayar, Atatürk Gibi Düşünmek, derleyen: İsmet Bozdağ)


Atatürk, halkın rızası, sınıfsız bir ulus devlet düşüncesi, milli birlikten yanalık,milli gelir ve BEYT’ÜL MAL, İslam bütçesi, hassasiyeti olan, aile ve sosyal hayatı kültür haline dönüştürmek isteyen yalansız bir ömürdür.


Antiemperyalist duruş, toplumu devlet değerinin önüne çıkarma öngörüsü, inanır bir millet olmaktan DÜŞÜNÜR bir millet olmayı hedeflemiştir. Atatürk akıldır, mantıktır, bilimdir, bağımsızlık düşüncesidir, özetle; bir metoddur. 

Ya siz? 


Atatürk gelinceye kadar memleket içinde ve dışında Türk milletinin demokratik vasıflardan yoksun bulunduğunu ve bu sebeple demokratik idare kuramayacağını iddia edenler olmuştur. 

“Atatürk devlet idaresinde iktidar ve muhalefet münasebetlerine saygıdeğer bir yaklaşım içinde olmuştur. Yapılacak şey, herkesin arzusunun bileşkesinin ortalaması olabilir.” (Ahmet Yaşar Zengin, Atatürk ve Siyaset, s.8-9)

Ve Atatürk dönemi siyaseti bunu başarmıştır. 

Sizler bunların neresindesiniz?


Demokrasinin en büyük düşmanı demagojidir, saptırmadır, manipülasyonlardır, islamcı ideolojidir. Türkiye son yıllarda bunları ayrıştırıcı bir şekilde kullanmaktadır. 


Ayasofya’nın müze oluşu müzelerin açıldığı yıllara rastlamasındandır. Müzeler okuldur, eğitimdir; müzeler, Tanrı’nın insana verdiği zekanın ürünüdür. Bu dünya kültür varlıklarını korumanın bir çeşididir. 


Açılış ve Hutbe 


Ayasofya’nın açılışı, Lozan’ın yıl dönümü ve cuma gününe göre ayarlanmıştır. Türk’ün müslümanlığında ikisi de önemli bir yere sahiptir. Düşünce dünyamızdaki iki değer manipüle edilmiş, amacını aşmıştır.


Cuma hutbesi, Ayasofya’yı dünya kültür varlıkları arasında göstermek, bizim için de ortak bir değer olduğunu açıklamak suretiyle birleştirici ve kaynaştırıcı, bütünleyici olmalıydı. Diyanet İşleri başkanı Ali Erbaş, vakıfların duası ve bedduasını öne sürerek Atatürk’ü hedefe koymuştur. Ayasofya’nın müze yapılışını vakıfların bedduası ile lanetlemiştir.

“Vakıf malı dokunulmazdır. Dokunanı yakar, çiğneyen lanete uğrar. ”, demişti. Büyük insanın müslüman Türk gibi rahat ölüşü anını hatırlasa haddini aşan o konuşmayı yapamazdı. 

Rıfat Börekçi gibi bir yiğidin, iman abidesinin, asil ruhlu soylu insanın makamını işgal ettiği düşünülünce bu hezeyan ve herzenin, kötülüğün, temsilcisi olmazdı. Camide siyasetin uzantısı olan kendinden menkul bu zat, galiba fetva ile lanetleyen Şeyhülislam Dürrüzade Abdullah Efendi’nin rüyasını görüyor. Kendisini sosyal ve siyasi çöküşün şeyhülislamı zannediyor.


Diyanet İşleri Başkanlığı, kurum yetkilerini aşmıştır. Son zamanlarda kriz yaratmayı görevleri arasına almıştır.  Sözleriyle terörist İslamcıların ekmeğine yağ sürmektedir. Açılışın bir yanı olan diyanet, gerçekçi vizyonu öne çıkaramamış, ortak bir stratejinin parçası olamamıştır. 

“Stratejik karar verme ve senaryo oluşturmada ciddi bir yanlış yapmıştır.”  (Dr. Nejat Tarakçı,Stratejik Karar Verme ve Senaryo Oluşturma, s.101-102)

Senaryo kötü hazırlanmıştı. Yeni Şafak gazetesinin yan yayını olan GERÇEK HAYAT DERGİSİ çok tartışılan bir kapakla çıktı. Derginin son sayısının kapağında “Şimdi değilse ne zaman, sen değilsen kim? Hilafet için toplanın.” ifadesine yer vermiştir.


Saltanatı hallettik geriye hilafet kaldı, o yolda damesafe alma çabaları olduğu görülüyor. Peki niçin, kim için? 

Biraz hafızamızı yoklayalım. Her fırsatta “böyle birisi 14 asırda bir gelir”, “Allah’ın sıfatlarını taşıyan”, “cumhuriyet reklam arasıdır” denilmedi mi?


Diyanet İşleri Başkanı “Fetret devri son bulmuştur.” demedi mi? Kim için?

Neden? Hutbe, şuyuu vukuundan beter, fesadına açık bir anlam taşımaktadır. Hutbeye kılıçla çıkması, bunun kurban bayramı hutbesinde de tekrar etmesi, imanla terbiye edilmemiş bir nefsin eseridir.

Namaz sonrası hilafet çığlıklarının atılmasını güvenlik güçlerinin seyretmesi de işin bir başka yönü…


Bütün bunlar gelecekte bir kargaşanın, bir darbenin ilk adımları olabilir. Siyasetin senaryosu budur. 15 Temmuz’da kaybolan binlerce silahla, eğitim kamplarıyla, apartmanları, cadde, sokak ve evleri fişleyen yandaşlarla bize, “Çanlar kimin için çalıyor?” sorusunu hatırlatıyor.

Diyanetin Perişanlığı

Türkiye 21.yüzyılın dünyasında yerini almada siyaset üretemez durumdadır. Yapılanlar “milli menfaatler” yönünden sonuçsuz kalmaya devam ediyor. Siyaset kurumunun sıkıntılarınmı gizlemek adına diyanetin çabaları ve çıkışlarıyla gündemi değiştirmeye yetiyor. Diyanet toplumda kapmlaşmanın tarafı olmayı tercih ediyor. Kendilerini vakıfların sahipleri imiş gibi gösteriyorlar. Halbuki 13 Haziran 1935 tarih ve 3027 sayılı vakıflar yasasının da Atatürk döneminin eseri olduğunu görmemezlikten geliyor. 


Vakıfların yağmalanmasını ve kötü amaçla kullanılmasını Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yetkileri arasına vermiş bu yasa. Vakıf arazilerinin ve menkullerinin bugün bileb nasıl yağmalandığı, siyasi yandaşların nasıl kullandığı konusunda bir çift söz etmeyişi çok anlamlı değil mi?


Ayasofya camiye çevrildikten sonra konulan ismin tamamen Arapça oluşu?

Ayasofya-ı Kebir Cami-i Şerif. Maalesef düşünce dünyamız dönüştürülmüş, içte psikolojik-siyasi savaşın hedefine konulmuştur. Çözülmüş sosyal hayat, açlık ve sefalet, eğitimde hiçbir  amaç ve hedefi kalmamış büyük bir kitle dururken bu kurumların toplumu ayrıştırmada ve kamplaştırmada siyasetin bir parçası haline gelmiş olmasını nasıl anlamalıyız?


Kendilerine göre bir hikaye yazanların siyaseten etnik yapıyı inayeten din ve inanç kargaşasına yol açmaları ancak emperyalist güçlerin bir toplumun egemenlik haklarına taaruzu gibi algılanır.


Dış güçlerin müdahalesine gerek kalmadan milli ve dini değerlerin nasıl yok edildiğine örnek arıyorsanız, bu ülke Türkiye'dir. Dinler arası diyaloğun yöneticisi olan Ali Erbaş’ın hutbede dinler arası savaşın simgesi olan kılıçla görülmesinin yansımaları nasıl izah edilmelidir?

Siyasette ve dinayette Atatürk karşıtlığı hiçbir partinin iktidarda kalmasının teminatı değildir. Devletle özdeşleşmiş bir kimliği kayıtlardan nasıl çıkaracaksınız?

Sonuç

Siyasetin ve dinayetin, ayrımcılığın öncülüğünü yapması kadar büyük bir tehlike düşünülemez. Bunun en açık görüneni, kendisine oy vermeyen halk kitlesini, muhalefeti ve siyasi karşıtlarını düşman olarak görmesidir. Kardeşliği Türkiye dışında aramak bir sapkınlıktır.Yakın tarihimizde adı solcu olan kitleler kardeşliği Vietnam’da, Kamboçya’da, Küba’da ararken, içte okullarda, sokaklarda kardeşleriyle kavga etmişlerdir. 


Yemen’de, Libya’da, Katar’da kardeşlik nutukları atanların asıl görevi içte kardeşlik, milli birlik ve bütünlüğü sağlamaları baş görev olmalıdır. Sayenizde klişeleşmiş “Bu ülkenin %99’u müslümandır.” lafı rafa kaldırılmıştır. 2023 hedeflerine koyduğunuz “dindar nesil” de tarih oluyor. Devrinizde satanist, deist gibi tehditvari iki kavram türettiniz. Milli birlik ve bütünlük sözde kaldı. Ayrıştırıcılığınız sayesinde BEKA’nız tehlikeye girdi. 


Emperyalizm ve sömürgecilik dönemlerinde misyonerler Afrika’ya sırt çantalarında İncil ile girdiler. Bir süre sonra İncil yerlilerin, topraklar emperyalistlerin eline geçti. 


Kenya Devlet Başkanı Jomo Kenyaye;

“Yabancılar gözlerinizi kapatın dediler, kapattık. Açın dediklerinde İncil elimizde, topraklarımız emperyalistlerin elindeydi.”.


Ey Türk Milleti!

Emperyalist düşünce, iktidarları tayin eder. Onlar da ülkedeki niyetlerini iktidar sahipleriyle gerçekleştirirler. Ak Parti iktidarında “Biz geldik, her şey güllük gülistanlık olacak, yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar son bulacak. Siz gözünüz kapalı kalın, biz varız.” dediler. Milletçe uyumaya terk edildik. Uyandığınızda hanlar hamamlar birilerinin, din ve iman da sizin olur. Böyle uyanmış olabilirsiniz. 


Allah - Tanrıyla aramıza girenler “Ne yapalım? Kaderiniz yazgınız böyleymiş.” derler ve başlarından atarlar. Bir daha dünyaya gelme şansınız da olmadığına göre yönetenler dünyalıklarıyla safahat ve vurdumduymazlık ile aymazlıklarına devam ederler. 


Çare bundan böyle şudur; şeyhinizin, imamınızın, hocanızın oyunu değil; kendi oyunuzu kullanacaksınız. Allah’ın verdiği beyni siz kullanmazsanız birileri kendi çıkarlarına rahatlıkla kullanır. Siyasi hayatımızda milletçe gösterdiğimiz basiret, cesaret ve sorunlarımızı tanıyarak bireysel olarak sandıkta bunu çözmek elimizdedir.





Comments