TÜRKİYE’DE AYDIN SINIF

  TÜRKİYE’DE AYDIN SINIF


  1.  Aydın kimdir, toplumsal yapıdaki rolü nedir?


Toplumların kalkınması için ilk şart potansiyel insan gücüdür. Süper güç tanımlanırken üç şart aranır; potansiyel insan gücü, güçlü ekonomi, güçlü ordu. Bunlar birbiriyle iç içe girip kaynaşmıştır, birbirini sağlar. Birinin yokluğu bile süper güç-büyük güç  tanımında eksik bırakır. 


Büyük güçlerin eğitimi ve sistemiyle de örtüşen üç unsur bilgi toplumu, sivil toplum, bilişim toplumu gerçeğiyle de örtüşür. Sivilleşen toplum toplumsal sorunlarını da çözen toplum anlamına gelir. Buradan eğitim sistemi böyle bir toplumsallaşmanın yolunu açmış olur. Modern eğitim anlayışı “kendini koruyan, düşünen” insanı yetiştirmek zorundadır. Kültürlü, ülke sorunlarını tanıyan, mesleki sorunlarının ülke sorunlarındaki etkilerini ve etkileşimini gören, çözüm üreten kitle aydın sayılır. Ülkelerin kalkınmışlığı böyle bir sınıf sayesinde izahını bulur. 


İngilizce ve Fransızca entelektüel düşünce adamı, Arapça münevver nurlandırılmış, parlatılmış, aydın kimse manasına gelir. Aydın, düşünmek için okuyan kimsedir. İtiraz etmek veya inanmak için okuyanlar çağın insanı değildir. Türkiye bugün aydınların entelektüel diye dışlandığı, aşağılandığı bir ülkedir. İktidarı belirleyen seçilmiş olanların potansiyeli ve niteliği yoktur. Yaşadığımız sorunların üstü açıldığında cehalet ve yalanla donanmış, inandığını söyleyen bir tarzın sistemleştiği görülmektedir. Bilgi toplumu olmaktan uzak, sivilleşerek sorunlarını çözen bir yapısı da yoktur. Satın alınan bilişim ağında kullandığınız materyaller dikkate alındığında  “Türk İslamının yeni yüzü giderek her yerde müslümanların daha çok ilgisini çekmektedir.”(Graham Fuller, Yeni Türkiye Cumhuriyeti, s.100). 

Aydın yerini “Anadolu iş adamları sınıfı, geleneksel alt sınıflar, İslami profesyoneller ve entelektüellere bırakmıştır.” (Graham Fuller, s.101) Dikkat edilecek olursa bütünleşmiş, ülke çıkarlarının hesaplarını yapan, bunu iç ve dış politikaya yansıtan aydınların yerini SINIFSAL ve İMTİYAZLI, ihtiyacı olduğunda çatışmacı, ayrıştırıcı bir sistemin yolu açılmıştır. Orada aydın ve entelektüeller yoktur. Böyle bir yapılanma doğru seçicilik, liyakat değerlerini, adalet ve hukuk devletini de yok etmiştir. İşsizlik ve ekonomik sorunlar toplumsal hayatın çöküşüne sebep olmuştur. 


“Bürokraside ispat günlük harcamalar, müşavir ve danışman ordusu, halk için idare, halkın yaşama düzeyi üzerinde olmamalıdır. ” (Kamran İnan, Olaylar ve Düşünceler s.16-17).

Din öğretimini öne çıkarmak, din adamlarının yetiştirilmesi, modern bir din öğretiminin program, yöntem ve tekniklerinin olmayışı bu alanda da bilgisiz, inandırılmış, çağın aydınlanma sorunlarından habersiz bir sınıf yaratma çabası da gözden kaçmıyor.(Gottard Jöschke, Yeni Türkiye’de İslamlık, s.53,69,81). 


Bütün bunları dikkate aldığımızda Türkiye aydınlanma çağının gerisine düşmüştür. Bu eski sistemleşme aydın, akademisyen veya mucit yaratmaz.


İlimle imanın bir olduğu ahlaka sahip toplumlar, imanla terbiye edilmiş nefisler, kin ve nefretten uzak olmayı gerektirir. İnsani değerlerinden uzaklaştıran gidişin nasıl durdurulacağı da netleşmemiştir. Devlet aklı ve insan, yöneticiler ve akıl, aklı kullanmak, aklı öne çıkarmak, insanı öne çıkarmak gerekmektedir.(Özcan Yeniçeri, Yeniden Türkleşmek, s.47 ve devamı)


Liderlik ve “reislik” uğruna olmayan değerler yüklediğimiz insan ve kadroların başarısızlığını biraz da burada aramak gerçekçi olacaktır. İlmin, imanın, aklın, insanın, aklı kullanmanın ve öne çıkarmanın en doğru yol olduğu artık görülmelidir. Aydın sınıfın tarihsel rolü ve toplumsal tabakalaşma süreci, ne yazık ki sosyoloji geleneğimizde bugüne kadar kültürel bir varlık alanı olarak ele alınmış değildir. (Orhan Türkdoğan,Türk Toplumunda Aydın Sınıfın Anatomisi s.39)


Günümüzde böyle bir amaçla hedef belirlemeden daha uzakta oluşumuz da dikkat çekmektedir. Yöneticilerin “aydın sınıf” anlayışından uzak olduğu görülmektedir. İtici ve yönlendirici bir güç olarak aydın sınıfın yeri ve rolü üzerinde durulması gerekir.(Orhan Türkdoğan, a.g.e, s.39)


Toplum Yapısı ve Aydınlar


Devlet ve toplum hayatı asırlar içinde şekillenen geleneksel bir yapı kazanan olay ve olgular sürecinden geçerek ortaya çıkmıştır. Türklerin tarih sahnesine çıkışı Türk ve dünya tarihinin en büyük olaylarından birisidir. Türk tarihi bilinmeden Asya, Avrupa, Afrika tarihini yazamazsınız. Bu aynı zamanda medeniyetin zengin bir kültüre de öncülük ettiğine ispattır. Böyle bir millete tarihinde olmayan yönetim biçimini, “insan ve inanç” , sosyolojik gelişmişliğin dışında bir şekilde dayatamazsınız. 


Toplum yapısında eğitim ve kültür faaliyetleri olarak gördüğümüz dil, din, sanat, ekonomi faktörlerine eski ve yeni Türkiye gibi tarihi zemini olmayan itiraz ve karşı çıkmalarla bir yere varamazsınız. Eğitimden sorumlu olan aile, okul, devlet ve millet müesseselerini, eğitim ve medeniyet, öğretim ve teknikleştirme, öğretimin çeşitleri ile bütünleştirmek mecburiyeti vardır. (Hikmet Yıldırım Celkan, Ziya Gökalp’in Eğitim Sosyolojisi, s.73 ve devamı s.88 ve devamı) Bir millet için kimlik kavramı çok önemlidir. Türk kimliği sosyolojik ve psikolojik bir tanımın sonucudur. Bunu siyasi, kültür ve medeniyet kimliğine taşıyanlar da az değildir. (Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, Remzi kitabevi 1997) Atatürk’ün Türk kimliğinin mucidi olarak tanımlanışı da bir rastlantı değildir. Din ve ilim, ilmi ahlak, insan hayatına ahlak toplumsal yapımızda kurumsallaştırılmıştır. Atatürk’ün entelektüel görüşü, tarihi bir süreçte toplumla aydın arasındaki bütünleşmenin bir sonucudur. (H.Remzi Tekgüç, Kemalizm, s.345 ve devamı) 


Bu şu anlama da geliyor, ülkeleri yönetenlerin kimlik ve kültür sorunu olmamalıdır. Aksi durum karşıtlık, kin ve nefretin, bölücülüğün temsilci olma gibi bir temsil ve ters bir görüşün ortaya çıkışının da ön sebebidir. Ülkemizde bilgi ile bilgisizliğin, sorunlar karşısında duyarsızlığın yönetimde zorlanmanın da davetçisidir. Bugün için iç ve dış politikada aydınların siyasi ve kültürel Türkçülüğü önde tutmaları gerekir. Aksi hal, cephesi genişletilmiş siyasi çözümsüzlüğe yol açtığı devlet politikası haline getirilmiş olur. Dış politikada en azından tutarsızlığı, caydırıcı olmamayı davet eder milli çıkarlardan taviz anlamına da gelir. (Yusuf Akçura, Türkçülük, s.127 ve devamı) Dış politikanın hareket noktası milliyetçilik-milli çıkarlardır. (K. İnan, Dış Politika) 


Toplumsal yapının temsilcisi olan aydınlar siyaset, sosyoloji, sosyal psikoloji, jeopolitik ve strateji uzmanlarıdır. Siyaset bilimciler, strateji uzmanları her konuda konuşan “konu mankeni” gazeteciler, her gün ulusal televizyonlarda boy gösterirler. Ancak çözüm üretmek yerine yalanların yanında duran bir kitle, siyasileşmiş, yandaş, aklı ve ilmi mühimsemeyen, sığ düşünce içinde bocalayan bir toplum yapısı oluşmuştur. En üst düzeyde ifadesini bulan “milletim” söylemi bunun sağlandığını göstermektedir. Sosyolojik, sosyal psikoloji, hukuksal ve siyasal bakımdan tarif edilebilen bir yapımız da yok. Aslında böyle bir ortam özgür düşünce, hak arayan, insan sevgisi ve onu öne çıkaran ülke sorunlarına duyarlı “aydın sınıfın” varlığı ve gelişmesi için hiç de uygun değildir. 


Çarpıtılmış tarih, benzersiz devlet, dışlanan Türkler, kılıç ve din, toplum ve İslamiyet, İslamiyeti algılama, insan yetiştirme, siyasal İslam, hedefteki devlet gibi anlaşılmaz, “kavram karmaşası” içindeki toplumsallaşma ve devlet olmanın tartışılması da doğaldır. (Doğu Silahçıoğlu, Kuşatılmış Türkiye, s.17-55) Türkiye’nin bugün en önemli meselesi budur. Kavramlarla savaşılan, kavramlarla kuşatılmış bir Türkiye… Tek bir soru bile cevap bulsa çözüm kolaylaşacaktır. Bugünkü “eğitim sistemi” ile kimin için ve ne için yetiştiriyorsunuz bu gençleri? Gayesiz hedefsiz bir eğitim sistemi en büyük sorun olarak devam ediyor.


Atatürk’ün Cumhuriyeti’nin çözdüğü, çözmekte kararlı olduklarını her alanda sorun haline getiren bir zihniyetle yönetiliyoruz. Yeni Osmanlıcılık adı verilen dıştan projelendirilmiş bir yöntemle politika belirleme yoluna gidilmiştir. Irak, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz sorunlarına böyle yaklaşmak gerçekçi bir tutum olacaktır. Sık sık telaffuz edilen eski ve yeni Türkiye kavramları nasıl bir rejim ve nasıl yönetileceğinize açıklık getirmektedir. (Graham E. Fuller, Yeni Türkiye Cumhuriyeti) FETÖ’nün Amerika’da hamisi ve FETÖ’nün yayınevinde basılmış bir kitap her şeyi anlatmıyor mu?


Halk Aydın Çatışması


Bugün geldiğimiz yerden baktığımızda halk ile aydın ve kuşaklar arası çatışma açıklık kazanmıştır. Siyasal çatışmanın alanı da netleşince Türkiye tablosu bir şekilde anlaşılır olmaktadır. Halk aydın çatışmasında yönetim anlayışı yanında aydınların da halkın sorunlarına yaklaşımının rolü oldukça büyüktür. 


Söz açıldığında “Ne yapalım halk cahildir” diyerek kaçamak bir yol seçilir. Cehalet, bir şeyi bilmemek değil, yanlış bilmektir. Yöneten, aydın yanlış biliyor, yanlış yapıyorsa halkın sorumluluğu anlaşılıyor. Yönetilme ve yönetme ilim ve aklı reddedince aydın halk ikilemi karşı karşıya gelebiliyor. Halkı cahilleştirerek bir millet yaratma; “Milletim!” söyleminde bunu görebiliyoruz. Sık konuşulan partilere oy verme öğrenim seviyesi ile açıklanırsa, eğitim seviyesi düşük kitlelerin seçtikleri kendilerinden daha düşüktür. Cahillerin seçtiği daha cahiller sizi yönetiyor olabilir. 


Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar, milli kültür ve medeniyet halka doğru, garba doğru, milli vicdan, milli dayanışmayı ön plana çıkarmış; hedefine koymuştur. Aydınlara daveti de milli kültür ve medeniyeti daha öne çıkarıp, aydınları bir laboratuvar olan halka ulaşmanın yollarını önermiştir. 


Halka doğru gidecek olan kimlerdir? Bir milletin aydınlarına, fikir adamlarına o milletin “seçkinleri” adı verilir. 


Seçkinler, yüksek bir eğitim ve öğretim görmüş olmakla halktan ayrılmış olanlardır. İşte halka doğru gitmesi lazım gelenler bunlardır. (Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, s.46-51)

Öğretmensiz köyler, rahatlığını düşünen okumuşlar, siyasete sırtını dayamış kimliksizler, halka dayatan kendini bilmezler karşısında halk çok zaman derdini anlatacak kimse bulamıyor. 


Aynı zamanda yeni bir kültür oluşturmada “kültür devrimi” yaşanmaktadır. Köklü değişime gitmek demek de olan bu durum kültür değişmeleri üzerine tesir eden yeni faktörler ve kavramlar getirilebilir; etkili kılınabilir.(Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, s.232-253) Kültür, bir milletin tarihi içinde şekillenen “yaşama tarzı”dır. Sanat, edebiyat, mimari, giyim kuşam, kullanılan eşyalar, fikir ve düşünce hayatı, teknoloji, bilim hayatıdır. Bu alanlarda tahrip edercesine uygulamalar ne halk ne aydın bırakır. Sosyal katmanlar karşıtlıkları ile çatışma zeminine çekilir. Birlik beraberlik ve bütünlükten söz edilmez duruma düşersiniz.


YENİ OSMANLICILIK


Aydının Siyasallaşması ve Aydın Çeşitliliği


Osmanlıcılık-Panosmanizm, Osmanlı devletinin 19. Yüzyılında kalmış, toprak bütünlüğü sağlamada imparatorluğun kalan sınırları içindeki bütün unsurları, kültürleri, inanç sahiplerini bir arada yaşatmayı amaç ve hedefine koyan bir fikir hareketidir. Osmanlı devletini “Avrupalı bir devlet” sayan Avrupa’nın projesidir, devleti yıkılmaktan kurtaramamıştır. 


Yeni Osmanlıcılıkta daha sonra FETÖ diye tarif ettiğimiz, ABD’nin peşine takılmayı sağlamış bir cemaat, bir örgüt, yeni bir fikir hareketinin adıdır.


Aslında inanç kaynaklı görünen, gerisinde siyasallaşmayı amaçlayan, 15 Temmuz hain darbesinin mimarı olan ABD-Cemaat-İktidar ittifakıdır. Siyasallaşan bir sınıf aynı zamanda aydın çeşitliliği ve çatışmasının da mimarı bir cemaat, iş adamı, siyaset üçlemesinin de proje sahibidir. Yeni Osmanlıcılığın amaç ve hedefi olan Balkanlar, Orta Doğu, Kuzey Afrika’daki devletler üzerinde Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) adıyla bilinen 22 devletin devletçiklere bölünmesi sonucu verecek bir ABD-İsrail projesidir. Arap Baharı diye bilinen Irak, Suriye ve Libya’da iç karışıklık, iç çatışma sonucunu veren bir başlangıçtan, Türkiye’nin dış politikada zaman zaman denge politikalarına yol açmıştır. Siyasi çözümleri zamana bağlı, çözümsüzlükle son bulabileceği bir yere evrilme görüntüsü veren zemine kaymıştır. 


Yeni Osmanlıcılık iktidar ve ona göre siyasallaşmış bir aydın sınıfı öngörmektedir. Milli ve ulusalcılığın önüne konmuş, üniter devlet düşüncesinden gittikçe uzaklaşan birçok tehditle Türkiye’yi karşı karşıya bırakan bir fikir hareketine dönüşmüştür. Devlet gelenek ve kültürümüz akıl ve insan ikilisini yok sayan bölücü bir akıma dönüşmüş, başarısızlıklara sürüklenmiştir. Siyasi İslamcılıkla iç içe olan bu ideoloji sosyal hayatımızın her alanında tahribatlar yaratmıştır. 


Yeni bir sınıf yaratmada gecikmeyen bu hareket siyasi güç kaynaklarına da dayanarak çarpıtılmış tarih ve tarihçileri, benzersiz bir devlet anlayışını, toplum ve İslam, İslamiyeti algılamada, insan yetiştirme yani eğitim ve öğretimde siyasal İslamın araçlarını da kullanmakta ısrarlıdır. Öğretmen sendikaları, hukuk alanında açtığı yolda ikilem tercihi ben-sen kavgası yoluyla bölücü bir görüntü vermektedir. İslami terör örgütlerinden dahi ümitlenen bir mecrada ilerlemektedir. Sonuçsuz kalacağı kanaatimdir.



Yeni Siyasal Zihniyet ve Sapmalar


Toplum içinde aydının yeri mevcut siyasi zihniyetle iç içedir. Oturtulamamış devlet ve hükümetlerin ideolojileri ve buna bağlı göstericiliği yoktur. Aydın kitleyi öne çıkaramamış iktidarlar sürekli makas değiştirme içinde olursa siyasetten yanına aldıklarıyla yola devam ederler, yahut hükümet ideolojilerine uygun popülist, genç de olsa siyasileşmişlerle yola devam ederler. 


21. yüzyıl bu durumu reddeder, daha çok da bu toplum yapısından kaynaklanan siyasi yapılara da itibar etmez. En azından aydın tanımlayan demokrasi, özgürlük, insan hak ve hürriyetleri, adaletsizlik ve yoksulluğa karşı çıkışta ikilem, üçleme gibi yapılar ortaya çıkar. 


İki dünya, iki insan, dinler ve dünya, Batı ve İslam, dinler ve insan, İslam ve demokrasi, İslam ve şiddet, Türkiye ve İslam, özgür irade ve İslam, ekonomi ve İslam gibi bugüne kadar düşünemeyen kopmalara neden olur.(Doğu Silahçıoğlu, Kuşatılmış Türkiye, s.83-98) Bütün kavramlar son yılların dinler arası diyaloguna göre şekillenmiş, yorumlanmış ve sonucu felaket olmuştur. F. Gülen hareketinin Türkiye’yi nereye getirdiği bilinen bir gerçek olarak önümüzdedir. Son altmış yılın ürünü budur. 


Son yılların aydın profili diye önümüze konan budur. İlmin, aklın reddedilişi, demokrasi ve düşünce özgürlüğünden ne anlaşıldığı ülkemizde uygulamalarla sergilenmektedir. 


Atatürk’ü ve Türkiye Cumhuriyeti’ni reddedenler, soğuk savaş döneminde içte ve dışta çözüm üretemeyen uygulamalar ve yetersizliğini de ortaya koymuştur. İçi doldurulmuş, eksikleri olan kurumlarının yerine büyük güçlerin peşine takılarak yükselen bölgesel aktör yeni Türkiye Cumhuriyeti ve 2023 hedefleri projelendirilmiştir. (G. Fuller)


Toplum örgütü, önderlik ve iktidar kavramlarında önemsizleştirme, değiştirme yoluna gidilmiştir. Toplum kalkınması güçlü kaynağı olan aydınlar dışlanınca ağırlaştırılmış sorunlarla baş başa bırakıldık. (D. Türkdoğan, Toplum Kalkınması, s.21-32)


SONUÇ


21. Yüzyıl ve sonrası sivil toplum, bilim toplumu ve bilişim çağının gereklerini kavramış, sorunlara kafa yoran demokrat, özgürlük, emperyalizme karşı insan haklarını savunan ve insani değerlerin üstünlüğünü ve önceliğini savunan aydın kitleye ihtiyaç duymaktadır. 


Bunun karşıtı zihniyetin ne dünyada ne de Türkiye’de varlığı geri kalmışlığın bütün özelliklerini taşıyor demektir. Aydın insan çağdaş değerleri taşıyor demektir. Aydın insan çağdaş değerleri taşıyan, savunan ve toplumsal hayatın şekillenme, kurumsallaşmasında en önde olandır. 


Aydın insan, aklın ve ilmin peşinde iman ile terbiye edilmiş nefsin sahibi, kinden uzak olmalıdır. Bütün bunları kişiliğinde toplamış ahlaklı insan demektir. 


Okuyan, düşünen ve konuşan insan demektir aydın…


Aklın kullanılması, düşünce alanı, bilim ve bilim insanının yetişmesi özgür ortamda mümkündür. Özgürlüklerin rahat kullanıldığı zamanlar aydınlanmanın anlam bulduğu dönemlerdir. 


Siyasi iktidarların kurumlaşmanın, çağdaşlaşmanın takipçisi olması gerekir. Yoksa her gelenin siyasi kaygı ve endişelerinin peşinde politize olmuş toplumu hedef alması çağdaş düşüncenin dışına çıkmış olma halidir. 


Aydın sınıf yalnız eğitimle yetişmez. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran aydınlar içte siyasi ve sosyo-kültürel ortamın ihtiyaçlarını bilen, dışta Avrupa ve dünyadaki gelişmeleri takip eden, dersler çıkaran, siyasi çalkantıları lehinize çeviren şartlardan ortaya çıkmışlardır. Onlar gelişmeleri doğru anlamış, devlet ve yönetme kültürüne dönüştürmüşlerdir. Başta Atatürk olmak üzere yönetmeyi sanata, siyaseti emperyalizme karşıtlık, Türk insanının tarihi değer ve özelliklerini yeniden keşfetmeyi bilmişlerdir. 


Aydınlar zamanla devletin bürokrasi ve teknokratlarıdır. Bürokrasi devletin yönetim kadrolarıdır. Aydın yetiştirmemiş toplumlar tek adam, totaliter, lider, reis özlemi duyan yönetim biçimine hızlı geçiş yaparlar. 


Çağdaş yönetim bürokrasi yönetimidir. Çağdaş eğitim sistemi, özgür ortam, bilişim çağını yakalamış toplum hayatı kendi aydınlarını yetiştirir. Aydınlar da çağdaş devletin bürokrasisinin temel taşları olur.


Aydın yaşadığı toplum değerlerini içeren bir kimliğin sahibi olmayı, çağdaş bilimin ışığında ülke sorunlarını tanımalı ve çözüm yöntemiyle hareket etmelidir. Bürokrasi böyle ortaya çıkarken, yeni bir bürokrası kuracağım diyerek liyakati yok eder, devlet yönetimi çökertilir. Bürokrasi her iktidara göre değişmez; o temel unsurdur. Onun aracılığı ile devlet yönetilir. Türkiye’de Bürokrasinin 200 yıllık bir geçmişi vardır.


Son dönemde  Türkiye’de var olan bürokrasi hedefe kondu, kadrolaşma adıyla misyonu ve çalışma şekli yok edildi. Sivil, askeri, hukuk, resmi ve siyaset alanında yetersiz- liyakatsiz bir oluşum ortaya çıktı.  Komitacı ve gizli amaçla kadrolaşma 15 Temmuz darbesinin en önemli nedenidir. 


Aydın sınıfın aşağılanması bürokrasinin çöküşüdür. Bürokrasinin çöküşü, devletin yönetilme bozukluklarının da ilk sebebidir. 



Comments