Türkler tarihin ilk dönemlerinden beri tarihini şiirlerle aktarmıştır. Destanlar,
sagular ve koşuklardan birçoğu günümüze kadar ulaşmıştır.
Tarihte şiiri toplum için bir eğitim ve motivasyon aracı olarak kullanan ilk millet
de Türklerdir. Zor zamanlarımızda, vazgeçmek istediğimizde atalarımızın yadigarı
türküler dilimize takılır. Soğuk sıcak uzak yakın farketmez, bir türküyü söyleye
söyleye bazen aşılmaz engelleri aşarız.
Yirminci yüzyılın başında da Türk milletinin yedi cihana karşı savaşırken
yüreğine ferahlık verecek bir türküye, söz konusu eser göz önüne alındığında
marşa ihtiyacı vardı.
Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi'ne göre milli mücadelenin başlarında
Mehmet Akif Ersoy'un "Ordunun Duası" manzumesi Ali Rıfat Çağatay tarafından
bestelenip tüm askeri birliklere okunmak üzere gönderilmiştir.
Fakat bu şiir haricinde bir milli marşa ihtiyaç daha doyurulmamıştı.
Maarif Vekaleti, yani Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan bir yarışmada
724 şiir arasından Mehmet Akif'in Taceddin dergahında birkaç günde yazdığı
"Kahraman Ordumuza" şiiri 12 Mart 1921 tarihinde İstiklal marşı olarak kabul edildi.
İlk zamanlar bestesi daha alaturka bir ezgi ileydi. Daha sonra Osman Zeki
Üngör zaferin ardından bugünkü besteyi hazırladı. Atatürk'ün besteyi çok
beğenmesi üzerine İstiklal Marşı şimdiki bestesiyle okunmaya başlandı.
Beste şiire göre yazılmadığı için bugün İstiklal Marşı'nı okurken karmaşık bir
düzende okumakta, hatta bazı cümleleri bitmeden kesmekteyiz.
Marşı ezberlemek yetmez, anlamak gerekir. Aklın anlamadığının gönülde
manası olmaz. Bugün başka devletleri büyük görüp korkmak, barışçıl, medeni
olmak için vatan toprağına düşmanı alıcı gözüyle uğratmak marşı anlamamak,
cahilliktendir.
Ayrıca milletimizin kutsallarından olan marşa da saygı göstermek, marş
okunurken hazır ol vaziyetinde beklemek gerekir. Arz ederim.
Seyif
Comments
Post a Comment